“Okursan ekmek seni bulur, okumazsan sen ekmeği bulursun” sözü tarih oldu galiba. Okudular… Peki şimdi ekmek nerede?
Bir zamanlar “Oku da adam ol” dediler, biz de okuduk.
Sınavdan sınava koştuk, sabahlara kadar çalıştık, diploma aldık.
Ama şimdi dönüp soruyoruz:
Ekmek nerede? İş nerede? Gelecek nerede?
“Okuyan ile okumayan bir olur mu?” dediler, inandık.
Ama görüyoruz ki okudukça umut büyümedi, yük büyüdü.
Bugün bu ülkede üniversite mezunu gençler işsiz.
Öğretmenler atanamıyor, mühendisler geçinemiyor, psikologlar danışma masasında çalışıyor.
Her ile üniversite açtık ama bu çocukları mezun ettikten sonra ne yapacağız?
Diploma artık umut değil, omuzda bir yük oldu.
“Sakla samanı, gelir zamanı” dedik, sabrettik. Ama zaman geldi de fırsat gelmedi.
KPSS desen ayrı dert, mülakat ayrı yara.
Torpilin yoksa eleniyorsun.
Hakkıyla, alın teri döken gençler sistemin dışına itiliyor.
“Alın teri kurumadan hakkını verin” diyen bir gelenekten geliyoruz, ama alın teri yerde buhar olup uçuyor …
Çocuklar, annesinin babasının gece gündüz çalışarak okuttuğu evlatlar…
Şimdi dört duvar arasında kendi kendine soruyor:
“Ben şimdi ne olacağım?”
Bir yanda işsizlik, diğer yanda geçim derdi…
Kiralar uçmuş, maaşlar yerinde sayıyor.
Pazara, markete giden insanlar tane hesabı yapıyor.
Ev kiraları asgari ücretin üzerinde.
Gençler evlenemiyor, ev bark alamıyor, kendi ayakları üstünde duramıyor.
“Ev alma, komşu al” diyorduk; şimdi ne evi var ne komşusu.
Ay sonunu getiremeyen emekli, çocuğuna harçlık veremeyen anne baba…
“Geçinemiyoruz!” çığlıkları bu ülkenin dört bir yanında yankılanıyor.
“Ayağını yorganına göre uzat” diyoruz ama yorgan yırtılmış, dikiş tutmuyor. Ya başlar açıkta ya ayaklar …
Ama televizyonlar başka bir dünyadan bahsediyor:
“Her yer dolu, insanlar yiyor ,içiyor alışveriş yapıyor” diyorlar.
Buradan açık söylüyorum:
Kredi kartıyla, borçla yapılan alışveriş kalkınma değildir.
“Borç yiğidin kamçısıdır” dediler; biz yiğitlikten düştük, sadece borca borç kaldı…
İnsan birikim yapamıyorsa, kazandığını bir kenara koyamıyorsa, o hayat sürdürülebilir değildir.
Bu millet artık ‘idare etmekten’ yoruldu.
Taş yerinde ağırdır, ama gençlerimiz bu ülkede yer bulamıyor.
Ve en acısı:
Gençler artık bu ülkede yaşamak istemiyor.
“Burada bir gelecek yok” deyip yurt dışına gitmenin yollarını arıyor.
Bu topraklarda doğmuş, büyümüş, eğitim almış, umutla dolu bir gençlik…
Gidiyor! Çünkü bu ülkede umudunu kaybediyor.
“Gülü seven dikenine katlanır” dedik ama gençler artık sadece diken görüyor.
Bir ülke gençlerini hayalleriyle birlikte uğurluyorsa, o ülkenin sadece bileği değil, yüreği kırılmış demektir.
Bütün bu tablo, sadece ekonomik kriz değil; bir toplumsal çöküşün ayak sesleridir.
İşsizlik kader değildir.
Bu ülkenin genci çalışmak istiyor, üretmek istiyor, emeğinin karşılığını istiyor.
Bu gençlik susmuyor; umut değil, adalet istiyor.
“Susmak, suçu kabul etmektir” der atalarımız; bu gençlik artık susmuyor!
Devleti yönetenler duymalı artık bu sesi.
Adalet lazım, liyakat lazım, eşitlik lazım!
Çünkü bu topraklarda “Alın teri kutsaldır” denir.
O alın teri yerde kalmamalı!
Hak yerini bulmazsa, düzen bozulur.
Unutmayın:
Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir yiğidi, bir yiğit bir ülkeyi kurtarır.
Ama biz önce o yiğitleri, yani gençlerimizi kaybediyoruz…
Ne ekersen, onu biçersin.
Bu gençliği kazanamazsak, bu ülkenin geleceğini de kaybederiz!