Bir toplumun çöküşü, binaların yıkılmasıyla değil; ahlakın tükenmesiyle başlar. Bugün Türkiye tam da bu noktada.

Sokakta, okulda, mecliste, iş yerinde, pazarda… Her yerde aynı sessiz çürüme var. Kimse itiraf etmek istemiyor ama artık herkes biliyor: Ahlak çöktü.

Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi: “Eğer hayatımı tehlikeye atmak suretiyle komşumun çocuğunu kurtarmak üzere yanan eve girip, kucağımda ölmüş çocukla dönsem, neticesiz, hareketsiz kalan hareketimin kıymetsiz olduğu söylenebilir mi? Faydasız bu fedakârlığa, neticesiz bu teşebbüse kıymet veren şey işte ahlaktır.”

Bugün bu fedakârlığın, bu “karşılıksız doğru”nun yerinde büyük bir boşluk var. İnsanlar artık neyin doğru, neyin yanlış olduğuna vicdanıyla değil, çıkarıyla karar veriyor.

Okullardan başlayalım. Bir öğretmen öğrencisine dürüstlüğü, adaleti, emeğin kutsallığını anlatmak isterken, sistem ondan istatistik, sınav başarısı, veli memnuniyeti istiyor.

Çocuk, “iyi insan” olmanın değil, “yarışta kalmanın” peşinde. Eğitim artık insanı büyüten değil, tüketen bir mekanizmaya dönüştü.

Öğrenciler test kitaplarının sayfalarında değil, ekranlarda kayboluyor. Dürüstlük yerine “nasıl kopya çekilir”in incelikleri konuşuluyor. Ve biz, buna “başarı” diyoruz.

Siyasette tablo daha karanlık. Doğrunun yerini algı, ahlakın yerini menfaat aldı. “Yalan söyle ama iyi paketle” anlayışı, yeni normal haline geldi.

Halkın çıkarı değil, koltuk hesapları belirliyor yönü. Ahlaklı siyasetçi kaybediyor, kurnaz olan kazanıyor.

Toplumun gözünün içine baka baka söylenen yalanlar, bir süre sonra “siyaset sanatı” olarak sunuluyor.

Kant’ın yüzyıllar önce dediği gibi: “İçimdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası beni hayran bırakıyor.”

Ama biz o yasayı çoktan unuttuk. Artık gökyüzüne değil, menfaatin gölgesine bakıyoruz.

Kamu kurumlarında da benzer bir yozlaşma var. Liyakatin yerini torpil, hizmetin yerini gösteriş aldı.

Vatandaş, hak aramaktan yorulmuş durumda. Adaletin terazisi eğilmiş, vicdan yerini prosedüre bırakmış.

“Kimin tanıdığı var?” sorusu, artık her kapıyı açan yeni bir anahtar gibi.

Bir memurun vatandaşa gösterdiği küçümseme, sadece kişisel bir kabalık değil; devletin, kendi halkına yabancılaşmasının göstergesi.

Ticaret dünyasında da güven hızla eriyor. Bir sözün, bir tokalaşmanın değeri kalmadı.

Bir iş insanı, üç kuruş fazla kazanmak için ürünün kusurunu gizliyor; esnaf, müşterisini “uyanıklıkla” kandırdığında bunu zekâ sanıyor.

Oysa dürüstlük, ticaretin görünmez sermayesidir. Güveni yitiren ekonomi, rakamlarda büyür ama toplumda çöker.

Bugün ülkemizde yaşanan ekonomik krizin arkasında sadece enflasyon değil, etik iflas da vardır.

Medya, gerçeği aydınlatmak yerine karartmayı seçiyor. Yalanın sesi, doğrunun yankısından daha güçlü hale geldi.

İnsanlar artık neye inanacaklarını bilmiyor. Hakikat, tıklanma sayısına kurban ediliyor.

Gazeteci, haberciliği değil, sahip olduğu çizgiyi savunuyor. Oysa halkın bilgi alma hakkı, bir ülkenin ahlaki oksijenidir.

Sokak da değişti. Yerde düşen cüzdanı bulan, sahibine değil, sosyal medyaya koşuyor.

Yardım, paylaşım değil, gösteri haline geldi. İnsan ilişkileri samimiyet değil, “imaj” üzerine kurulu.

Komşuluk bitti, güven bitti, vicdan bitti. Toplum, artık “doğru insan”a değil, “işine yarayan insan”a değer veriyor.

Ama bütün bu çöküşe rağmen hâlâ bir umut var.

Çünkü bu ülkenin her şehrinde, her okulunda, her sokağında sessiz ama onurlu insanlar yaşıyor.

Bir öğretmen, öğrencisinin yalanını affetmeden ama sevgisini eksiltmeden ders anlatıyorsa…

Bir esnaf, müşterisinin gözünün içine bakarak doğru fiyatı söylüyorsa…

Bir hakim, dosyaya değil, vicdanına göre karar veriyorsa… Ahlak tamamen bitmemiştir, sadece susturulmuştur.

Yine de kabul etmeliyiz: Türkiye’de ahlak tükeniyor.

Doğru, artık tek başına yeterli değil; dürüstlük, çoğu zaman cezalandırılıyor.

Ve biz bu duruma alıştık. İşte en tehlikelisi de bu: ahlaksızlığa alışmak.

Bir toplumun geleceği teknolojiyle, yatırım rakamlarıyla, yollarla ölçülmez.

Bir toplumun geleceği, çocuklarına hangi değerleri miras bıraktığıyla ölçülür.

O yüzden açıkça söylemek gerekir: Ahlak çöktü.

Ve onu ayağa kaldırmadan, hiçbir sistemi, hiçbir reformu, hiçbir umudu ayakta tutamayız.