Her yıl milyonlarca genç üniversite sınavına giriyor. Aileler aylar boyunca hem maddi hem manevi fedakârlık yapıyor. Gençler büyük hayallerle bir sınav salonuna oturuyor ve sonra sessizlik. Sınav sonuçları sadece bireysel başarıları değil, aynı zamanda sistemin bütün zaaflarını da ortaya çıkarıyor. Eğitim camiasının içinde yıllardır olan birisi olarak açıkça ifade etmek istiyorum: Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) herkesin girdiği ama kimsenin memnun ayrılmadığı bir sınav hâline geldi.
Geçen yıl 3 milyon 500 bin aday girerken ,2025 yılında YKS’ye tam 2 milyon 600 bin aday başvurdu. Bu sayı, bazı Avrupa ülkelerinin nüfusunu geçmiş durumda. Ancak bu kalabalığın ne kadarı gerçekten üniversiteye hazır? Kaçı sadece “şansımı deneyeyim” diyerek başvurdu? Bu sorulara dürüstçe cevap vermediğimiz sürece ne eğitim sisteminde adalet sağlanır ne de üniversitelerin kalitesi korunur.
Sınavın kendisi artık yalnızca bir akademik yarış değil. Aynı zamanda toplumun eğitimle kurduğu ilişkinin ne kadar yüzeysel hale geldiğinin de göstergesi. Televizyon ekranlarında her sınav sabahı benzer görüntülere tanık oluyoruz: Sınava geç kalanlar, kimliğini unutanlar, pijamayla gelenler, ayakkabısız girenler… Bunlar artık sıradanlaştı. Bu tablo bir yandan üzücü, öte yandan sınavın ve üniversitenin toplum gözündeki ciddiyetini zedeliyor. Bu yaşananlar sadece bireysel dikkatsizlikle açıklanamaz. Asıl mesele, sınavı hafife alma alışkanlığının giderek yaygınlaşmasıdır.
Daha vahimi, her beş adaydan ikisi baraj puanını bile geçemiyor. Yani üniversite düzeyinde eğitim alabilecek temel bilgiye ve hazırlığa sahip olmayan yüz binlerce aday, sınav salonlarını dolduruyor. Bu tablo hem kaynak israfı yaratıyor hem de üniversite kapısından içeri girmeyi hak eden öğrencilerin önünü kesiyor. Çünkü sistem, yalnızca sayıya odaklanmış durumda. Nitelik, çoktandır gözden düşmüş halde.
Oysa üniversite sınavı herkesin keyfine göre girdiği bir alan olmamalı. Bu sürece bir ciddiyet, bir seviye, bir hazırlık gerekliliği getirilmeli. Ben açıkça söylüyorum: YKS’ye herkes girmemeli. Bunun için de artık bazı ön koşullar getirmenin vakti geldi.
Bu koşullar:
- Diploma notu barajı olabilir. Elbette burada not şişirmelerini engelleyecek merkezi yıl sonu sınavlarıyla desteklenmiş, objektif bir sistem kurulmalı.
- Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uygulanacak bir ön yeterlilik sınavı olabilir. Öğrencinin temel seviyede okuma, anlama ve sayısal muhakeme becerileri ölçülmeli.
- Mesleki yönlendirme sistemleri hayata geçirilmeli. Her öğrencinin üniversiteye değil, kendi ilgi ve becerisine uygun bir mesleki eğitime yönelmesi desteklenmeli.
Böylesi bir filtreleme, fırsat eşitliğini zedelemez. Aksine, gerçek fırsat eşitliği böyle sağlanır. Çünkü her birey aynı değil; herkes aynı yöne gitmek zorunda da değil. Üniversite, herkesin gitmesi gereken bir yer değil. Bazı öğrenciler zanaatla, teknik becerilerle, uygulamalı alanlarla daha çok değer üretir. Onlara da ihtiyacımız var. Onları yok sayarak değil, tam tersine doğru yönlendirerek değerli hâle getirebiliriz.
Bugün Türkiye’de 2 ve 4 yıllık programlara yerleşip üniversiteye bir gün bile gitmeyen binlerce öğrenci var. Bu, sistemin kanayan yaralarından biridir. Bu öğrenciler, ne öğreniyor ne üretime katılıyor. Oysa bu kadrolar, eğitim almak isteyen ama gerçekten hazırlanan öğrenciler için birer kontenjan demekti. Kamu kaynakları, gençlerin zamanları ve ülkenin enerjisi israf oluyor. Üniversite eğitimi, bir kaçış planı değil; geleceğe hazırlık sürecidir. Bu süreci ciddiye almayan bireyler kadar, bunu planlamayan devlet politikaları da sorumludur.
Peki Avrupa ne yapıyor? Almanya’da öğrenciler, lise sonu Abitur notuyla üniversiteye başvurabiliyor. Fransa’da lise eğitiminden itibaren öğrenciler yönlendirilerek akademik ya da mesleki alana ayrılıyor. Bizde ise hala “puanım nereyi tutarsa” anlayışıyla tercih yapılıyor. Böyle bir sistemin sürdürülebilirliği yoktur. Gençlerimizi yönlendirmeli, desteklemeli ama aynı zamanda eğitimin bir sorumluluk olduğunun da bilincine vardırmalıyız. Üniversite, sadece girmek için uğraşılan bir yer değil; hazır olanın, hak edenin, emek verip sorumluluk alanın yeri olmalı. Herkesin girdiği sınav, kimseye kazandırmaz. Sadece yığılma yaratır, kaos üretir ve sonunda kimseyi memnun etmez.
Üniversiteler bu ülkenin geleceğini şekillendiren kurumlardır. Onlar nitelikli gençlerle güçlenir, hedefsiz yığılmalarla değil. Bu yüzden artık üniversite kapısı, herkesin gireceği bir alan olmaktan çıkmalı; bu yola gerçekten hazırlanan, ne istediğini bilen ve bu ülkeye katkı sunmak isteyen gençlerin yolu olmalıdır. Çünkü mesele sadece sınava girmek değil, bu ülkenin geleceğine layık olmak meselesidir.