Tarih boyunca şifa arayanlar yollarını hep aynı yere düşürdü. Batı Anadolu’nun kalbinde, bereketli Menderes’in kıyısında yer alan Denizli, yeryüzünün sanki özel olarak seçtiği bir tedavi mekânı gibi durur. Hierapolis’in antik taşlarında sessizce gezinen Roma izleri, Pamukkale’nin travertenlerinden göğe yükselen beyazlık, Karahayıt’ın kızıl suyunda kaynayan sıcaklık… Her biri başka bir çağdan gelen şifanın, huzurun ve yenilenmenin hatırasıdır.
Doğa burada sadece izlenmez; yaşanır, hissedilir, hatta tedavi eder. Burası yalnızca bir turistik güzellik değil; insan bedeninin ve ruhunun tamir edildiği bir merkezdir. Ve bu özelliğiyle Denizli, Türkiye’nin sağlık turizminde eşsiz bir konumda durur. Fakat ne yazık ki, bu zenginlik her zaman doğru şekilde değerlendirilememiştir.
Karahayıt… Rengiyle, kokusuyla, sıcaklığıyla şifa vadeden bir coğrafya. Bu toprakların ruhuna uygun olarak, 2012 yılında büyük bir hayal kuruldu: bölgenin termal gücünü modern fizik tedaviyle buluşturacak bir merkez inşa edilecekti. Pamukkale Üniversitesi öncülüğünde projelendirilen Karahayıt Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi, 2017’de temelleri atılarak yükselmeye başladı. O yıllarda bölge halkı umutluydu, yerel yöneticiler heyecanlı, sektör temsilcileri ise sabırsızdı.
Ama zaman ilerledikçe bu umut yerini bekleyişe, heyecan sessizliğe bıraktı. Yıllar sürdü inşaat. Milyonlarca lira harcandı… 2023’te fiziken tamamlandı, görünürde açıldı. Fakat içeride yaşam başlamadı. Cihazlar çalışmadı, yataklar dolmadı, termal su akmadı. Merkez bir binaydı; ama merkez değildi. Bir maketin içine konmuş gibi bekliyordu. Yatırımlar boşa mı gitmişti? Yoksa vizyon mu eksikti?
Zaman, bazen sadece yöneticileri değil, düşünceleri de değiştirir. Pamukkale Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Güngör’ün göreve başlamasından sonra, Karahayıt’taki o sessizlikte kıpırtılar hissedilmeye başlandı. Güngör, 100 günlük değerlendirme toplantısında yaptığı açıklamayla bu merkezin aslında bir yük değil, doğru ele alınırsa bir fırsat olduğunu açıkça ortaya koydu.
Güngör; “Merkez şu an zarar ediyor. Mevcut haliyle işler hâle gelmesi için 107 milyon lira daha harcanmalı” dedi. Ardından cümlesini şöyle tamamladı: “Ancak bu yapıyı, Sağlık Bakanlığı onayıyla konaklamalı fizik tedavi merkezine dönüştürüyoruz. Yalnızca 37-38 milyon lira ile ayağa kaldıracağız. Dünyaya açacağız.”
Bu yalnızca maddi bir hesap değildi. Aynı zamanda yıllardır kaderine terk edilen bir merkezin yeniden tanımlanmasıydı. Konaklama altyapısıyla, nitelikli sağlık personeliyle, üniversitenin akademik gücüyle birleşen bir merkez; sadece yerli hastalar için değil, dünyanın dört bir yanından gelecek sağlık turistleri için de bir çekim alanı olabilirdi.
Türkiye son yıllarda sağlık turizmi alanında ciddi adımlar attı. Estetik cerrahiden diş sağlığına, organ naklinden termal rehabilitasyona kadar birçok alanda dünya sıralamalarına giren bir ülke konumunda. Ancak termal sağlık özelinde hâlâ potansiyelin çok altındayız. Halbuki Karahayıt gibi yerler, dünyanın en gelişmiş merkezleriyle yarışabilecek altyapıya, iklime ve doğaya sahip.
Fakat bu yarışa girmek için önce start verilmesi gerekiyor. Karahayıt Fizik Tedavi Merkezi bu anlamda bir başlangıç noktası olabilir. Yeraltından kaynayan şifalı suyu, üniversitenin bilimsel gücüyle birleştirmek, Denizli’yi sağlık turizminde vitrine çıkarabilir. Hastalar için iyileşme; kent için kalkınma anlamına gelir bu merkez. Ama bunun için yalnızca para değil, kararlılık, liyakat ve uzun vadeli bir planlama gerekir.
Tarihte bazı yapılar sadece taşla değil, idealle örülür. Karahayıt’taki bu merkez de onlardan biridir. Bugün hâlâ içinde yankılanan bir boşluk varsa, o sadece kullanılmayan bir binanın sessizliği değil; değerlendirilmemiş bir nimetin hayal kırıklığıdır. Ancak her hayal yeniden kurulabilir. Ve bu kez, sağlam temellere, doğru vizyona, ortak akla dayalı bir planla Denizli, termalin başkenti olma iddiasını yeniden gündeme taşıyabilir.
Pamukkale’nin beyazıyla, Karahayıt’ın kırmızısıyla, şehrin toprağından çıkan suyla, akademiden doğan bilgiyle birleşen bir sağlık üssü…
Neden olmasın?