Geçtiğimiz günlerde kaleme aldığım “Ezberleri Bozan Bülent Nuri Çavuşoğlu: Kimdir Bu Adam?” başlıklı yazım üzerine sevgili dostum, kıymetli meslektaşım Serkan Urgancı, zarif üslubuyla bir yazı yazdı. Yazısının başında, “Kalemini hep cesaretle ve zarafetle kullanan sevgili dostum Özkan Tokmak’a, bir dost bakışıyla yazılmıştır” dedi.

Teşekkür ederim Serkan. Bu giriş, aslında iki insanın kalemle kurduğu bağı özetliyor. Kalemden kaleme bir geçiş, dostluktan doğan bir soru… Ama iş kaleme döküldüğünde, sadece nezaket yetmez. Netlik, açıklık ve samimiyet de gerekir. O yüzden şimdi, bir dost kalemden dost kaleme içten bir cevap vermek istiyorum.

Çünkü yazdıklarım, bir başkanı övmek için değil; bir şehirde yaşanan bir değişimi anlatmak içindi.

Bu değişimi de halkın ta kendisi başlattı! Mesleğimiz gereği biz izliyor, gözlemliyor ve bu birikimi yine vatandaşla paylaşıyoruz.

Serkan yazısında şöyle diyor: “Özkan Tokmak onu çok sevmiş.”

Doğru. Ama mesele ‘sevmek’ değil: mesele anlamak.

Beni yönetim anlayışıyla, kalıpların dışında Denizli odağında çalışmalarıyla defaatle şaşırttığını vurgulamak isterim. Bakış açısını daha da derinden anlama, görme şansım oldu.

Dolayısıyla ben o yazıyı, Çavuşoğlu’nun iyi insan mı, sempatik siyasetçi mi olduğuna dair yazmadım. Gördüğüm, tanık olduğum bir yönetim anlayışını tarif etmek istedim. O anlayış, halkın arasına karışan, göz teması kuran, kürsüdeki tonu değil, sokaktaki nabzı dinleyen bir adamın anlayışıydı.

Kent lokantasında yaşlı bir kadının gözündeki huzuru gördüm.

Kent markette elinde torba, cebinde hâlâ para kalan emeklinin gülümsemesine şahit oldum.

Belediye meclisinde “Bu para nereye harcandı?” diye yükselen sesi işittim.

Bende bu şehirde yaşıyorum! Mesleğim gereği veya dost meclislerinde sohbet ediyor, halkın içinde, vatandaşın lehine nasıl bir hizmet sunulduğunu da yakinen takip ediyorum.

Ve tüm bunları gördüğüm için yazdım. O kadar!

Sevgili dostum Serkan diyor ki: “Kimi zaman sesini yükseltmek, kimi zaman gözyaşı dökmek, halkla bütünleşmek midir yoksa iyi oynanmış bir sahne mi?”

İşte bu soruya bir dost olarak ama gazeteci kararlılığıyla cevap vermek isterim.

O ses, bir sahne değildir.

Kürsüde yükselen o ton, ezilmiş bir mahallenin, yıllarca yok sayılmış bir çocuğun, “bu şehirde bana da yer var mı?” diyen gençlerin çığlığıdır.

O gözyaşı, hesaplı değil. Çünkü her gözyaşının ardında bir seçmen değil, bir hikâye var. Ve o hikâyeyi sahneden değil, sokaktan alıyor.

Bunlar bir strateji değil, bir refleks.

Çünkü politika makinesi değil o; hisseden bir insan.

Serkan’ım seninle birlikte, Çavuşoğlu’nu CHP İl Başkanı iken de ziyaret etmiştik. Hatırlarsan doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen bir insandı. Karakterini o zamanda analiz etme fırsatı bulmuştun.

Serkan’ın yazısında önemli bir ifade daha var;

“Ben kent lokantasına gidip fotoğraf çektirmeyen siyasetçiyi severim.”

Katılıyorum. Ama bir şey eklemek isterim.

Çavuşoğlu’nun kent lokantasına sabahın köründe, tek başına, kimseye haber vermeden girdiğini, sıraya girip çorbasını içip çıktığını gören çok kişi var.

Ama biz gazeteciler, o kareleri yalnızca protokol günlerinde gördüğümüz için, haberi de o çerçevede yapıyoruz.

Kimi zaman siyasetçinin değil, bizim gözümüzün filtresi eksik oluyor.

Oysa o lokantada sıraya giren emekli, o kartı alan öğrenci, o destekle ayakta duran anne…

Hepsi, sessiz bir sistemin onurlu parçalarıydı.

Çünkü bu destekler, “gösterilerek” değil, “gizlice” verildi.

Yani bu belediyecilik anlayışı, kimsenin cebine değil, onuruna hitap eden bir sistemdi.

“BAZEN DUYGUSAL YAZMAK DEĞİL, DUYGUSUZ KALMAK SORUNDUR”

Bana “Bu yazı biraz duygusal” diyorsan sevgili Serkan, ben de şu soruyu sormalıyım;

Duygusuz bir gazetecilikten ne kalır geriye?

Kuru cümleler mi? Anlatmayan satırlar mı?

Ben yazarken; o lokantada çocuğuyla yemek yiyen bir annenin, kütüphane etkinliğine katılan bir çocuğun, tiyatroda alkışlayan bir emeklinin heyecanını düşündüm.

Yani eğer o satırlarda bir duygu varsa, bu benim değil, o insanların hissidir.

Ben sadece onu taşıyan bir kalemim.

“BU YAZI SADECE ÇAVUŞOĞLU’NU DEĞİL, BİR GAZETECİ TAVRINI DA ANLATIYOR”

Sen yazında, “Özkan onu eskiden tanıyor, geçmişten gelen dostluğu bugüne taşımış olabilir” dedin.

Evet, Çavuşoğlu’nu yıllardır tanıyorum. Ama bu avantaj olsun diye değil, sorumluluk olsun diye yazıyorum. Çünkü tanımadan yazmak kolaydır. Anlamadan eleştirmek daha da kolay.

Ben o yazıyı bir dost için değil, bir şehir için yazdım. Doğru yada yanlış anlaşılsın, sevilsin yada sevilmesin; söylemleriyle, icraatlarıyla ‘Kim bu adam’ sorusunu soran vatandaşa kendi gözümden bir Çavuşoğlu portresi çizdim. Sadece doğru ve gerçek bir bakış açışımdan taviz vermeden.

Ve unutmamak gerekir;

Bugün bir başkanı övmek, yarın güçlü eleştiri getirebilmenin de cesaretini taşır.

SON SÖZ: “KİMSEYİ İKNA ETMEK DEĞİL, İZ BIRAKMAK İÇİN YAZDIM”

Sevgili Serkan,

Yazın zarifti. Samimiydi. Beni düşündürdü. Kalemine sağlık.

Ama şu satırı sana, kendime ve tüm okurlara hatırlatmak isterim:

“Bugün yazılan her cümle, yarının şehir hafızasına bırakılmış bir izdir.”

Ben gördüğümü yazdım.

Sen düşündüğünü yazdın.

Bu kentin hafızası ikimizi de yazacak.

Kalemin bükülmesin. Gönlün serin kalsın.

Ve dostluk hep, açık yüreklilikle yürüsün.